Makaleler

Uzman danışmanımıza ait bazı makaleler aşağıda listelenmiştir

Okulöncesi dönemde çocukta sıkça karşılaşılabilecek normal gelişimsel özellikler bazen problem durumlarla karıştırılabilir. Okulöncesi dönemde çocuklarda gözlenen pek çok normal gelişimsel özellik, ergenlikte veya yetişkinlikte gözlendiğinde normal karşılanmayabilir. Bu yazı; okulöncesi dönemde gelişimin gereği olarak gözlenebilecek pek çok özellikten en sık biçimde problem durumlarla karıştırılabilecek olanları tanıtmak amacıyla hazırlanmıştır.

Benmerkezcilik- Egosantrizm

Okulöncesi dönemdeki benmerkezcilik temel olarak iki alanda gözlenmektedir: dil ve düşünce. Benmerkezci konuşma genellikle üç ila dört yaşlarında sıkça gözlenen ve çocukların “ben” kelimesi üzerine kurgulanan konuşmalarıdır. Benmerkezci düşünce ise; çocuğun diğerinin bakış açısını almada yaşadığı güçlük olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımdan çocuğun bir diğerinin bakış açısından olayları kesinlikle göremeyeceği gibi bir sonuca varılmamalı daha ziyade çocuğun aynı anda birden fazla bakış açısıyla bir durumu ele almasının oldukça güç olduğu anlaşılmalıdır. Benmerkezcilik özelliği- sosyal olarak çevredeki yetişkinleri zorlayıcı olabilir çünkü çocuk çoğu sosyal durumu sadece kendi bakış açısıyla ele alma eğilimindedir. Bu nedenle bu yaş grubundaki çocuklara her defasında bir durumun belli yönü tanıtılmalı ve çocuğun durumu kontrol etmesi ve sistemli biçimde irdelemesine fırsat verilmelidir.

İnatçılık

Çocuğun gelişim aşamaları incelendiğinde bir buçuk ila dört yaş arasındaki dönemde, çocukta inatlaşma davranışlarının yoğun olarak yaşandığı görülür. Bu inatlaşma aslında çocuğun “ben bir birey olarak varım , düşüncelerim ve davranışlarım değerli ve geçerli” tutumunu yansıtmaktadır. İnatçılığın süresi ve boyutu, çocuğun gelişimsel tablosuna, çocuğun mizaç özelliklerine, anne baba tutumlarına, pekiştirildiği çevreye ve pekiştiren ajanlara göre değişebilir. Çocuğun doğal inatçılık döneminde anne-babanın çocuğuyla özellikle beslenme, tuvalet gibi temel ihtiyaçları hakkında inatlaşması, inatçılığın çocuğun kişiliğinin bir parçasıymış gibi gelişmesine neden olabilir. İnatçılığın bir davranış bozukluğu olarak kabul edilmesi ise, sözü edilen yaşların dışında da yoğun biçimde inatlaşma davranışının olmasıyla belirlenir. İnatçılığın engellenmesi için en etkili yöntem ise, bu yaşlarda çocuğun bağımsızlık ihtiyacını ve güvenini desteklemek için, onun “halledebileceği” şeyleri deneme çabalarına sabırla izin vermek ve uzaktan koruma, yönlendirme ile bu hassas inatçılık-bağımsızlık dengesini sağlamaktır.

Kardeş Kıskançlığı

Kıskançlık, özellikle çocuğun sevdiği kişiden beklediği ilgi, sevgi ve şefkat eksikliğine verilen doğal bir yanıttır. Küçük kardeşe duyulan kıskançlık, çocukların yaşamında gözlenen en yaygın kıskançlık örneğidir. Çocukta yaşanan kıskançlık durumunda; saldırganlık, alt ıslatma, tırnak yeme, parmak emme gibi davranış problemleri gözlenebilir. Araştırmalar kardeşin doğumuyla birlikte yaşanan kıskançlığın , 5 yaşından küçük çocuklarda etkilerinin daha fazla olduğunu göstermektedir. Bu yaş aralığının çocuğun daha duyarlı olduğu ve kolay etkilenebildiği dönem olduğu göz önüne alındığında; bu dönemi en sakin biçimde atlatmak için anne-babaların büyük çocuğun yaşını da dikkate alarak problemlerin çözümü için gerçekçi hedefler koyması ve sabretmesi gereklidir.

Korkular

Çocuklarda gözlenen korkuların birçoğu özellikle bilişsel gelişimlerinin bir parçasıdır. Çocuklar bu korkuları sayesinde çevreleriyle uyum içinde yaşamayı öğrenirler ve tehlikelere karşı güvende olurlar. Fakat korkular yoğun olarak ortaya çıktığında birçok açıdan sorun oluşturabilir. Okulöncesi dönemde, özellikle iki ila beş yaşları arasında çocuklarda en sık rastlanan korkular arasında, hırsız, köpek, şimşek, yalnız kalma, motor gürültüsü, karanlık, ani ses ve hayali yaratık sayılabilir. Araştırmalar genellikle korkuların altı yaşından 12 yaşına doğru giderek azaldığını göstermektedir. Temelde iki tür korkudan bahsedebiliriz; deneyim sonucu ortaya çıkan korkular ve öğrenilen veya taklit edilen korkular. Deneyim sonucu elde edilen gerçek korkular; köpeğin ısırması, deprem, yüksekten düşme gibi gerçek durumların yaşanması sonucu ortaya çıkar ve abartılmadığı sürece bireyi olası tehlikeye karşı uyarır ve bireyin temkinli olmasını sağlar. Öğrenilen veya taklit edilen gerçek dışı korkularsa çocukların genellikle ailesindeki bir yakınından, arkadaşlarından veya medya organlarından öğrenilir. Çocuklarda gerçek dışı korkular, sıklıkla anne-babaların tedirgin davranışlarının etkisi sonucu oluşur. Bu tür korkuların üstesinden gelmek için arka planda saklı nedenleri araştırmak ve aşamalı olarak çocuğa korkuyla baş edebilmesini öğretmek gerekir.

Yukarıda çok kısaca özetlenen durumlar genelde çocuklarda oldukça açık biçimde gözlenen özelliklerdir. Çocuklar en az bu durumlar kadar önemli ama pek de fark edilmeyen pek çok davranış gösterir. Sıklıkla da bu “göze batmayan” davranışlar, çocuğun büyümesi hakkında bizlere daha geniş bir anlayış sağlar. Hepimizin, fark edildiklerinde bize neşe veren ve çocuktaki değişimi anlayışımızı güçlendiren, bu belli-belirsiz davranışları görmeye açık olmamız dileğimle.



Ahu ÖZTÜRK
Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı
Gelişim Psikolojisi Uzm. Dr.

Merhabalar,

Yaz dönemini yarıladığımız bu günlerde farklı bir heyecan var içimizde. Bu heyecanlı dönem bir yandan yoğun geçen aylardan sonraya, diğer yandan da başlayacak olan yeni “yıl” öncesine denk gelir. Bizler için yeni yıl 1 Ocak anlamına gelmez, Biliş’ e yeni başlayan çocukların uyum dönemi anlamına gelir. Anaokuluna başlamadan çok önce okulda ve ailelerde hazırlıklar başlar, bu hazırlıkların çoğu nesnel görünse de aslında hepsi de çocukların mutlu ve sorunsuz biçimde eğitim yılına başlaması için yapılır. Özellikle okulöncesi dönemde çocuklar anaokulunun yaz programına devam ettikleri için okullarda birebir yaşarlar yeni başlayanların bu heyecanını.

Bir okulun halihazırda öğrencisi olan çocuklar bir sonraki sene için oldukça rahattır; rutinleri bilirler, kabul gördüklerinden emindirler, ortamı tanırlar ... Okula yeni başlayacak çocuklar ve aileler ise daha önceki deneyimlerinden ve tanıdıklarının deneyimlerinden yola çıkarak çocukları için en iyi / uygun kurumu araştırma heyecanı yaşarlar. Bu araştırma döneminde ailelerin mümkün olduğu kadar farklı kurumları tanımaları, doğru bir seçim yapmanın zeminini oluşturur.

Okulöncesi dönem çocuğun gelişimi açısından en zevkli ve hızlı dönemdir, anne- babalar ve gelişim-eğitim alanında çalışanların bu dönem çocuklarından bahsederken hep gözleri bir başka parlar; çünkü çocuğun yaptıkları çoğunlukla yeni ve baş döndürücü biçimde dinamiktir. Çocukların yaşamını 2,5-3 yaşına doğru yakından takip ettiğinizde çocuğun sosyal çevresini genişletmek için yoğun çaba sarf ettiğini gözlersiniz. Bu dönem özellikle ilgi çekicidir çünkü çocuk temel ihtiyaçları ile ilgili olarak oldukça çok biçimde “kendi yönelimli” iken sosyal deneyimlerini zenginleştirmek için bir o kadar da “diğerleri yönelimli”dir. Kendi yeteneklerini denemek ve gelişimsel seyrini “başkalarına” göstermek çocuğa büyük zevk verir. Başkalarından kastım genellikle çocuğun “çocuklar” olarak adlandırdığı, bebeklerden başlayıp ergenlere kadar uzanan geniş bir yelpazeyi içeren gruptur. Çocuk artık anaokulu yaşantısına hazırdır, aile ve yakın çevresinden bir sonraki sosyal halkaya geçmek ister. Anne-baba ve çocuğun yakınları da bu doğal gelişimsel sürecin sağlıklı ilerlemesi için çocuklarına en uygun kurumu araştırır. Anaokulu bu doğal “sosyal birey olma” ihtiyacından yola çıkılarak keşfedilecek pek çok gelişimsel özelliğin bilinçli rehberidir. 

Çocuğu anaokuluna hazırlama, çocuğun bireysel farklılıklarına bağlı olarak her ailede “biricik” yaşanan süreçtir. Bazı çocukların kişisel özellikleri yeni bir ortama çabuk uyum sağlamaya müsaitken, bazı çocukların özellikleri olumsuz tepki geliştirmelerine neden olabilir. Çocuğun mizacı, sahip olduğu bağlanma örüntüleri, deneyimleri, sağlık durumu, duygusal dünyası, hayatında aynı anda meydana gelen değişimler ve yeni bir başlangıç yapma için ihtiyaç duyduğu özgüven ve problem çözme mekanizması okula uyum sürecini temelde etkileyebilir. Özellikle okulöncesi dönemdeki çocuklar anne-babalarının anaokulu ile ilgili tutumlarından oldukça çok etkilenebilir; anne-babanın anaokulu ile ilgili konuşmaları, duygusal tepki ve tavırları çocuğu etkileyen kuvvetli bir mekanizmadır. Okul ve aile arasında kurulan iletişim bu aşamada devreye girer. İletişimin temel noktaları sevgi, güven ve okula ve eğitime verilen/ yüklenen önemdir. Bu iletişim özellikle okulöncesi eğitimde karşılıklı olarak sağlanırsa, okula uyum sürecinden geçiş daha kısa zamanda ve kolay olur. Sağlıklı bir iletişimin kurulabilmesi için çocuk ve aileye bağlı olarak “belli” bir sürenin geçmesi gerekir.

Anaokuluna başlama döneminde kurumdaki uzman eğitimci/ler ve ailenin çocuğun özgeçmişi ile ilgili paylaşımları, çocuğun okulda gelişimi ve eğitimi ile ilgili yola çıkış noktasıdır. Çünkü okul çocuğun öğrenme ortamının ilk basamağı değildir; okul ancak çocuğun yaşadığı diğer deneyimler/ ortamlar birlikte değerlendirilirse en uygun eğitim ortamı olabilir. Okulun felsefesinin çocuğun yaşamını bir bütün olarak ele alması, çağdaş eğitim ve öğretim anlayışıyla da doğrudan ilgilidir.

Anaokuluna yeni başlayan çocuk bir taraftan güvenlik, sağlık ve bakım ile ilgili rutinlere alışmaya çalışırken diğer taraftan her günü diğerinden farklı, çok zengin ve dinamik bir deneyim ortamına adım atmış olur ve anaokulunda çocuğun asıl hoşuna giden de bu “eğitsel” yaşantılardır. Yeni velilerin ön plana aldıkları meraklar söz konusu rutinler hakkında iken, çocuklarını anaokuluna bağlayan şeyler ise ilgi alanlarına yönelik etkinlikler, sosyal ilişkiler, duygu ve düşüncelerine verilen önem, deneyimlerine gösterilen samimi ilgi ve oyun içinde edindiği öğrenimleridir. Bu noktada ailelerin anaokulunu nasıl algıladıkları, okuldan ve okuldaki çocuğundan ne tip beklentileri olduğunu gözden geçirmesi sağlıklı bir iletişim kurulması açısından önemlidir.

Eğer

  • Çocukla okul yaşantısı hakkında konuşuluyorsa,
  • Özellikle çocuğun okulda ilgisini çeken eğitsel deneyimler hakkında sohbet ediliyorsa,
  • Okulöncesi eğitimin önemi, okulun felsefesi, özellikleri tanıtıldı ve tanındı ise,
  • Çocuğun okulda hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyler hakkında yeterli bilgiye sahip olundu ise,
  • Aile okulda çocuklarla eğitsel vakit geçirmek için özel şeyler planlıyorsa,
  • Aile okulu ziyaret ediyor ve genellikle ziyaret nedeni çocukta gözlenen değişim ve gelişim hakkında ise,
  • Okulda çalışanların okulöncesi eğitim ile ilgili formasyonları biliniyor ve eğitimci ve öğretmenler tanınıyor ise,
  • Okul, çocuğun ailesini tanımak için programa sahipse ve aile okul ile işbirliği yapıyorsa,

o zaman anne-babalar ve okul çocukların yaşam başarılarının ortak kahramanları olabilir.

Sevgilerimle

Ahu Öztürk
Gelişim Psikolojisi Uzm. Dr.

0-7 yaş ; gelişimin en hızlı olduğu dönemdir. Bu süreçte verilecek eğitim , sağlığa verilen önem kadar değerlidir. Yapılan araştırmalarla , erken çocukluk yıllarında kazanılan davranışların büyük bir kısmı yetişkinlik döneminde bireyin ; tavır , alışkanlık , inanç ve değer yargılarını biçimlendirmektedir. Kişiliğin temellerinin atıldığı bu dönemde çocuğun sağlık , bakım ve beslenme gibi gereksinimleri karşılanırken , aile ve yakın çevresi ile kuracağı olumlu duygusal bağlar , onun etkin birey olması sürecindeki vazgeçilmezidir.


Çocukta doğumdan itibaren başlayan öğrenme sürecinde ; aile ve yaşadığı çevre birinci derecede önemlidir. Çocuktaki potansiyelin işlenebilmesi ve sergilenebilmesi için uyarıcı ortamlara gereksinim vardır. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de çalışan anne sayısındaki artış, değişen sosyal ve ekonomik yapı , ailelerin bilimde ve teknolojideki gelişmelerin hızına yetişmesi ve olanaklarını doğru zamanda çocuğa sunmakta zorlanması ; sosyal - duygusal bir varlık olan insanın eğitimini ve yaşıtlarıyla ilişki kurmak ihtiyacını karşılamak görevini okulöncesi eğitim kurumları üstlenmişlerdir.


Nitelikli okulöncesi kurumlarda yapılan bir grup çalışmada kuruma devam eden çocukların böyle bir deneyimi olmayan çocuklara göre sosyal yeterlilik , yetişkin ve akranlarla ilişkilerde daha başarılı oldukları bulunmuştur. ( Anderson , 1989 ; Cochran , 1977 ; Howes ve Olenick , 1986 ) Bunun yanı sıra , okulöncesi kurum deneyimi olan çocukların kazandıkları olumlu sosyal beceriler çocukluk ve erginlik gibi daha sonraki yaşlarda da süreklilik göstermektedir. ( Clarke- Steward ve Allhusen , 2002 ) Benzer biçimdeki bulgular uzun vadede çocukların bilişsel , dil , akademik beceri , öğretime devam etme süreci , sınıf tekrarında azalma , suç oranındaki düşme gibi değişkenler üzerinde nitelikli okulöncesi eğitim ve erken çocukluk dönemindeki müdahale programlarının olumlu etkilerini bildirmiştir. ( Campbell & Ramey, 1994; Kağıtçıbaşı ,1997; Kağıtçıbaşı , Sunar&Bekman,2001;Kaytaz,2005)


Ülkelerin eğitim politikaları çağdaşlık düzeylerinin aynasıdır. Ülkemizin eğitim ve öğretimde çağdaş ülkeler arasında yerini alması için nitelikli okulöncesi eğitimine önem verilmesi ve gelişimi için olanakların zorlanması gereklidir. Özellikle aile ortamında yeterli gelişme olanağı bulamayan çocuklara ulaşmanın yolları aranmalıdır. Erken dönem özellikleri ve eğitim ilkeleri konusunda toplumu bilinçlendirmek gerekmektedir. Sivil toplum örgütlerine,eğitim alanında faaliyet gösteren tüm kurumlara,basın yayın organlarına bu konuda sorumluluk düşmektedir. Anneleri eğiterek çocukları nitelikli yaşama kavuşturmak ve 3-6 yaşı zorunlu eğitim içine alınmasını amaçlayan girişimler zaman kaybetmeden başlatılmalıdır.

Erken çocukluk dönemine ait ; ülkemizde kanun ve yönetmeliklerle kurulu eğitim ve bakım kurumları olduğu gibi , ( anaokulu , anasınıfı , kreş ve gündüz bakım evi ) kavram kargaşasına yol açan bazı kuruluşların da ( çocuk kulübü , çocuk evi , yuva , hazırlık sınıfı ,önokul , çocuk akademisi , çocuk aktivite merkezleri vb. ) yasal sınırları, işlevleri , personel nitelikleri, standartları belirlenmelidir. Standartlar resmi ve özel kurumlar için esnetilmeden uygulanmalıdır. Yapılan araştırmalar bilişsel , duygusal ve sosyal gelişimlerinde , kreş , anaokulu yaşantısının etkileri konusunda birbirine ters yönde bulgular sunmakta , bir grup araştırmacı elde edilen bulguların birbirine zıt olması konusunda okulöncesi kurumun kalitesinin önemli biçimde bu farklı sonuçları etkilediğini vurgulamaktadır.( akt. Micozkadıoğlu ve Kazak Berument 2003 )

Ülke genelinde ne kadar çocuğun kurumdan yaralandığından ziyade , ne kadar çocuğun nitelikli eğitimden yararlandığı önemsenmelidir. Unutmamak gerekir ki ,erken çocukluk dönemi eğitimi için yapılacak yatırımlar ülke geleceğinde getirisi en yüksek yatırımlardır.


İnsanlığın , çocuk yüreğindeki sıcaklığı , çocuk gözündeki pırıltıyı söndürmemesi dileğiyle.


Ahu ÖZTÜRK
Gelişim Psikolojisi Uzm. Dr.
Biliş Anaokulu

Kendimizi tanıtırken bazı özelliklerimizden bahsederiz. Bunlar kişiliğimiz, özgeçmişimiz, fiziksel özelliklerimiz, uğraşılarımız, sahip olduklarımız, yakın olduğumuz kişiler- kısaca karşımızdaki kişiye bizim gerçekte neye benzediğimizi anlamasına yardımcı olacak herhangi bir şey olabilir. Tüm bu özellikler, benliğimizi nasıl algıladığımız, hangi yönlerimizi tanımladığımızla ilgilidir ve genelde iyi yönlerimizden bahsetmeyi tercih ederiz.


Benlik, bireyin psikolojik ve fiziksel bütünlüğünü oluşturan, bireyi ayırt eden özellikler bütünüdür. Bir anlamda ben olmayla ilgili tüm düşünce, algı, motivasyon ve ilişkili duygularıdır. Birey kendini ayırt eden bu özellikleri benimser ve kimliğinde süreklilik hissi ona güven verir. Benlik kavramı sosyal etkileşimin bir işlevidir ve yaşam boyunca bir dizi değişim geçirir. Çoğu kuramcı ve araştırmacı, benliğin yaşamın 2. ila 3. ayında ortaya çıktığında hemfikirdir. Bebek öncelikle kendini çevreden farklı olduğu hissine ulaşır, daha sonra dikkatini kendine yöneltir, en sonunda da dil becerisini kullanarak benliğinin öyküsünü geleceğe aktarır- sürekli hale getirir.


Kendi benlik değeri ile ilgili değerlendirmelerimize çocukluk döneminde başlarız. Kendi değerimizle ilgili yargılarımız ve bu yargılarla ilişkili duygularımız vardır. Erken çocukluk döneminde, çocuğun benlik değeri, büyük oranda yaşamlarındaki yetişkinlerin onlar hakkındaki yargılarının nasıl olduğuna dair algıları üzerine temellenir.


Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramına göre okulöncesi dönemde (3-6 yaş) uygun biçimde cesaretlendirilen ve tutarlı biçimde disiplin verilen çocuklarda, olumlu benlik-saygısı gelişir. Benlik saygısı yüksek olan çocuklar kendileri için önemli olan yetişkinler ve akranlarınca kabul gördüklerini ve değer verildiklerini algılarlar. Düşük benlik saygısına sahip olan çocuklar ise, girdikleri gruplarda kabul görmediklerini düşünürler; kimsenin onları önemsemediği hissine kapılırlar ve de iyi olup olmadıklarının ebeveynleri tarafından takip edilmediğiyle ilgili olumsuz duygular taşırlar.


Çocukta benlik gelişimi; hem kronolojik yaşına hem de sosyal ilişkileri tarafından belirlenen etkileşimsel yaşa bağlıdır; çocuğun sosyal ortamındaki çeşitlilik becerilerini deneme şansını arttırır. Benlik gelişimi; bellek, dil gelişimi, duygularını-düzenleme, başkasının bakış açısını alma, -mış gibi oyun oynama, iletişim ve uyum gibi sosyal etkileşim ortamı içinde gelişen pek çok beceri ve yeterlik hissiyle ilişkilidir. Yeterlik algısı (zeka, yetenek, üretkenlik); temel benlik hislerinden biridir (Gordon, 1968). Çocuklar 3 yaşından itibaren başarı veya başarısızlıklarından bağımsız biçimde tepki vermeye başlar. Benlikleriyle ilgili kendi standartlarını geliştirirler ve diğerlerinin onu fark etmesine daha az bel bağlarlar. Yeterlikleriyle ilgili gurur veya utanç gibi duyguları gösterme eğilimindedirler (Stipek ve ark., 1992). Yapılan araştırmalarla, çocukların yeterlikleriyle ilgili benlik algıları ve sosyo-duygusal ve bilişsel yeterlikleri arasındaki ilişkilerin, 7 yaşından itibaren daha net biçimde gözlendiği ortaya konmuştur (Harrist, Zaia, Bates, Dodge ve Pettit, 1997; Wichmann, Coplan ve Daniels, 2004).


Peki yetişkinler çocukta sağlıklı benlik gelişimine yardımcı olmak için neler yapabilir?

  • Doğumdan itibaren bebeğinizin ihtiyaçlarına duyarlı, olumlu ve zamanında tepki vererek bebeğinizde güvenli bağlanma geliştirebilirsiniz.
  • Çocuğunuzu okulöncesi dönemde anaokulundan faydalandırarak bir gruba ait olma ve grup içinde uygun işlev gösterme hissini geliştirebilirsiniz.
  • Evdeki kural ve değerleri çocuğa açıkça belirterek ev dışındaki kural ve değerleri daha iyi tartmasını sağlayabilirsiniz.
  • Çocuğun ev dışında yaşadığı deneyimleri sizinle paylaşması için iletişim kanallarını açık tutarak ona yardımcı olabilirsiniz.
  • Sosyal ortamda kendini güvende hissetmediğinde çocuğunuzun, her zaman ona destek olacağınıza ve onu kabul edeceğinize dair güvenini tazeleyerek ona yardımcı olabilirsiniz.
  • Çocuğun ilgi ve çabalarını sadece takdir etmeyip (örn. ilgilerine “çok güzel” diye kafa sallayıp tekrar kendi işinize dönmeyerek) aynı zamanda onlara değer vererek (örn. çocuğunuz sizin yaptığınız bir şeyle ilgilendiğinde, etkinliğe onu da dahil ederek) çocukta benlik-değeri duygusunu kuvvetlendirebilirsiniz.
     

Son olarak aklınızda bulunsun…

  • Hiçbir çocuğun benlik değeri aşırı övgü veya pohpohlamayla kuvvetlendirilmez.
  • Küçük çocuklar boş veya sadece eğlence için düzenlenen etkinlik veya görevlerden ziyade gerçekten çaba göstermeleri gereken etkinliklerden daha fazla yararlanır.
  • Çocukta sağlıklı bir benlik değerinin gelişimine; çocuğun başarı ve zaferlerini sürekli vurgulamaktansa, yenilgileriyle başa çıkmasında yardımcı olarak katkıda bulunulabilir.
     

Çocuklarınızın bir birey olarak büyümesini gün be gün izlemek için zamanınızın olması dileklerimle. Gününüz dününüzden güzel olsun…


Ahu ÖZTÜRK
Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzm. Öğrt.
Gelişim Psikolojisi Uzm. Dr.

Hepimizin günlük yaşamdaki sorunlara çözüm bulmak için yaratıcılığa ihtiyacı vardır. Tam evden çıkmak üzereyken üzerimize dökülen meyve suyu kısa sürede yepyeni bir kombinasyon yapmamızı gerektirir. Arabanın arkasında sıkılan çocuğumuz için ise uğraşabileceği bir etkinlik önermek yine yaratıcılık içerir. Yaratıcılık bir problem çözme yöntemidir ve biz ona her gün ihtiyaç duyarız. Okul öncesi dönem çocukta yaratıcılığın gelişimi yönünden önemlidir. Hepimiz çocuklarımızın zihinsel ve yaratıcı potansiyellerini erken dönemde keşfetmek ve ulaşabileceği en üst noktaya kadar kullanmalarını sağlamak ister. Akademik yönden iyi olmak şüphesiz ki çocuklara tüm hayatları boyunca pek çok avantaj sağlamaktadır. Fakat bundan daha önemlisi, doğal merakını ve araştırma sevgisini yaratıcılık için yol gösterip desteklemektir. Bu yolla çocuğun yaşamı boyunca öğrenmeyi, üretmeyi istemesini ve aldığı keyifle yeni şeyler yaratmaya motivasyon sağlayabiliriz.

Yaratıcılık için elimizdeki en önemli şey kavramlardır. Kavramlar nesne, olay, hayvan veya insanları bazı özellikleri ya da sahip oldukları bireysel özellikler temelinde gruplama veya sınıflamanın yoludur. Prototip kuramına göre bizler bir nesnenin ortalama özelliklerine (prototip) dayanarak yarattığımız zihinsel görüntü ile kavram oluştururuz. Böylece yeni bir nesneyi tanımlamak için nesneler, insanlar veya hayvanlara ilişkin hâlihazırda deneyimlerimiz temelinde oluşturduğumuz prototiplerle eşleştirir zamandan ve depodan kazanırız. Yaşamın 10-16. aylarında çocukların çoğu kavram oluşturuyor, farklı canlıları doğru tanımlayabilip sınıflandırabiliyor (Quinn, 2002). Özellikle yakın çevredeki nesne ve eşyalarla ilgili kavramsal anlayış gözlenir (Mareschal ve Quinn, 2001). Yaşamın 5. yılında ise, dil gelişiminin gelişimi ile beraber çocuklar nesnelerin özellikleri- ağırlık, doku, renk, tat- gibi daha karmaşık kavramlar oluşturmayı öğrenir (Quinn, 2002). Özellikle yaşamın ilk 6 yılında edinilen sözcük ileriki yıllarda okuma-yazma gibi temel akademik becerilerden tutun da öğrenme motivasyonuna kadar tüm düzeylerde etkilidir. Kavramlar dünyayı mantıklı biçimde algılamamızı sağlar. Bilgileri düzenler, yeni baştan öğrenmeyi engeller ve yaratıcı düşünmenin temel taşlarıdır.

Yaratıcılığın ölçümü kolay değildir, çünkü pek çok farklı alanda kendini gösteren bir özelliktir. Psikologlar objektif problem çözme görevleri kullanmakla beraber, yakınsak düşünce testlerinin geçerliğinin yüksek ve ıraksak düşünce testlerinin geçerliliği ise yüksek değildir. Her zeki yaratıcı değildir (Sternberg ve O’Hara, 2000). Yaratıcı bireylerin klasik zekâ testleri ile ölçülen ZK ile aralarında tutarlı ve güçlü bir ilişki bulunmamaktadır. Bununla beraber, zekânın klasik zekâ tanımının modern yaklaşımcılar tarafından “alana özel” tanımlanmasıyla zekâ-yaratıcılık ilişkisi daha net ortaya konmuştur. Yaratıcı düşünmeyi ve deneyimlerden öğrenme becerisi gereken problem çözme becerilerinin kullanıldığı muhakeme özel bir zekâ türü olarak tanımlanmıştır. Yaratıcı bireylerin diğerlerine göre farklı bakış açısından baktıkları için özellikle “tek bir yanıtın” gerekli olduğu görevlerde «yanlış» yanıt verebileceklerine dikkat çekilmiştir. Okul öncesi dönem bizler gibi zihinsel kalıpların değiştirilmesi gerektiren bir dönem değil aksine, zihinsel becerinin henüz kalıplaşmadığı yaratıcı düşünme için çok önemli bir fırsattır.

Peki, yaratıcı kişiler nasıl düşünür ve davranır? Çoğu belli bir alanda yaratıcıdır. Örneğin ünlü bir ressam genellikle aynı zamanda ünlü bir astrofizikçi değildir. Yaratıcı kişiler zihinlerinde kavram ve ilişkilerini tersine çevirebilir, farklı bakış açısı geliştirir, zihinsel imgeleri becerikli biçimde kullanır ve “neden öne doğru yürüme eğilimimiz vardır?” gibi sıra dışı sorunlarla uğraşmayı sever. Kişisel özelliklerini ele aldığımızda yaratıcı bireyler bağımsız, sebatkâr, sıra dışı, risk alan, özgüvenli fakat işlerine odaklandıkları için diğerlerinin ihtiyaçlarına duyarsız olabilirler. Bu bireylerin içsel güdülenme düzeyleri yüksektir, sorun zorsa güdülenir-başarının getirdiği tatmin duygusunu yaşarlar. Ellerindeki sorun üzerinde 10 sene boyunca uğraşabilirler.

Madem yaratıcılık güzel bir şey o zaman yaratıcı nasıl bir çocuk yetiştiririz? Evdesiniz ve size sıkıldığını söylüyor, sizin gözleriniz parlasın çünkü zekâ gibi yaratıcı fikirler de kullanıldığı zaman gelişir. Beş dakika gözlerinin içine bakarak neden sıkıldığını anlamak için sorular sorun ve öneriler üretmesini destekleyin. Sizin önerilerinizdense kendi önerilerini uygulamak her zaman daha yaratıcı düşünmesini destekler. Bebekliğinden itibaren “sevgi ve özen” ile kitap okuyun çünkü çocuğunuzun bilgiye ulaşmayı sevmesi onun yaratıcılığını destekleyecektir. Edebiyatın ve sözel dilin renkli dünyası ona iletişim ve hayal etme ile ilgili pek çok yeni yol sunacaktır. Mümkün olduğu kadar yapılandırılmamış malzemeler kullanarak oyun oynayın çünkü oyun, -mış gibi yapmak duygularıyla başa çıkma, diğerleriyle geçinme gibi becerileri öğrenmesi için olduğu kadar yaratıcılık için en yararlı yollardan biridir. Onun beden ve ruh sağlığını koruduğundan emin olduğunuz sürece denemesine ve yanılmasına izin verin çünkü başarısızlık başarıdan daha çok şey öğretir. Başarısızlık benliğimizi olumsuz biçimde etkilemez, asıl tehlike hiçbir zaman başarısız olamayacağımızı sanmaktır. Onun için yapabileceklerimizin en önemlisi ise birlikte eğlenmektir çünkü en yaratıcı fikirler keyif aldığımız zamanlarda oluşur.

Dr. Ahu Öztürk
Özel Biliş Anaokulu

Gerçek dünya faaliyetlerine bir yeniliğin katılması anlamına gelen Latince kökenli innovasyon, TDK’ nın çevirisiyle yenileşim, bilim ve teknoloji dünyasının dolayısıyla da endüstrinin gözde kavramı halini almıştır. Eğitim alanında yenileşim, doğru politikaların üretildiği ve rekabet ile uzlaşmanın yan yana işlendiği programların uygulanmasıyla mümkündür. Yeni ve değişik bir fikrin ekonomik ve toplumsal yarar sağlanan somut, tercihen pazarlanabilir ve rekabet gücünü arttırabilen bir ürüne dönüşme sürecini içeren yenileşimi; ülkemizde mesleki alanda hizmet veren okulların atölyelerinde üretilen parlak projelerde görmekteyiz. Çocukluk döneminde ise bireyden yukarıdaki anlamda bir “ürün” ortaya koyması beklenmemekle birlikte, yenileşimciliğin temelinde yer alan “bir diğerinden farklı ve yaratıcı düşünme”nin erken yaşlarda şekillendiği bilinmektedir.

Yenileşimci birey nasıl yetişir?

Kuşkusuz farklı düşünme; yenileşimin en belirleyici özelliklerinden ilki. Farklı düşünme yani; ihtiyacı belirleme, farklı olanı görme ve problem üzerinde çalışabilme ise yaratıcı (creative) bir bireyin özelliği. Yaratıcılık daha ziyade düşünsel bir süreci yani soru üreten, araştıran ve hayal eden ve yeni fikirler yakalayan bir zihni ifade etmektedir. Yaratıcı birey düşünceleriyle oynar. Yaratıcı bir çocuk yetiştirmekten bahsedildiğinde “Fakat ben çocuğumun tiyatrocu olması yerine, idari bilimler okumasını isterim, tiyatroyla da hobi olarak ilgilensin.” diyenler çoğunluktadır. Ama yaratıcılık sadece sanat alanında gereken bir beceri değil; herkesin her gün yararlandığı bir beceridir. Harçlığın idaresi, tatilden geldikten sonra buzdolabındaki yiyeceklerle akşam yemeği hazırlama veya okulda popüler olmanın yeni yollarını bulma yaratıcılık gerektirir.

Bu “insan” becerisinin doğası üzerinde sıkı tartışmalar olan bir alandır. Yenileşimci/yaratıcı olunur mu, doğulur mu? Cevap kısaca şudur; yaratıcılık doğuştan getirilen bir beceridir. Birey yeni şeyler keşfetme becerisiyle doğar ve bununla birlikte bu beceriye uygun yollar çizilirse gelişir ve ilerler. Peki yenileşimci/yaratıcı birey nasıl yetişir? Bireyin becerisine çevredekilerin sağladığı desteğin niteliği, sonuçta çıktıyı yani yaratıcı ürün ortaya koyabilme becerinin gelişimini etkiler. Bunun da ilk şartı çocuğun “adam yerine” konması ve “fikirlerine değer verilmesidir”.

Dervişin fikri ne ise zikri de odur!

İnsan önem verip üzerinde düşündüğü şeyi diğerleriyle paylaşma ihtiyacı içindedir. Bir diğerinin tepkisi sizin bu davranışlarınızı etkiler mi? Yetişkinler için bu sorunun yanıtı oldukça geniş bir ranja sahiptir ama bir çocuktan bahsediyorsak, etkinin niceliği görece büyüktür.

Fikirlerimiz en gizli ve soyut bireysel özelliklerimizdir. Bir diğerinin aklından geçeni bilebilme ve yön verebilme asırlardır insanları cezbetmiştir. Fikirler, en samimi anlarda en temel davranışlarımızın onaylanması üzerinde temellenir. Araştırmalar, fikrini söylemesine izin verilen, uygun ortam sağlanan, farklı fikirlerin olumlu ve olumsuz muhtemel sonuçları üzerinde tartışılan, iletişim kurallarının belirli olduğu ve sevgiyle sunulduğu ailelerdeki çocuk ve ergenlerin kendilerini daha “değerli” algıladıklarını ortaya koymuştur. Bu çocuk ve ergenler aynı zamanda “kendini iyi ifade eden” ve “popüler” bireylerdir.

Evde ailece yaptığınız sıradan etkinliklerden masa başı sohbeti, kıyafet seçimi, birlikte kitap okuma veya günü gözden geçirme rutinleri; çocuk yetişirken kendisi için önemli olan diğerlerinin fikir ve onayını alması için paha biçilmez anlardır. Yetişkin bireyin kendi fikirlerini ortaya koyması, objektif biçimde değerlendirebilmesi ve daha iyisini üretebilmesi için ise bir fikir/hatıra defteri tutması (ki günümüzde kişisel bloglar, facebook ve twitter bu işlevi kısmen de olsa görmekte), kuruluşu için örnek bir proje hazırlaması veya birkaç iyi dosta sahip olması yeterlidir.

Biliş’te çocuk için yenilenme ve farklı düşünme eğitimi

Yetişkin bireyin dünyaya olası katkısının daha erken çocukluk döneminde yordanabildiği günümüzde eğitimde yenileşimcilik arayışları şarttır. Biliş’te eğitimsel organizasyonumuz ve programımızdaki yenileşim; çocukların fikir üretme ve açıklayıcı sözelleştirme becerilerini desteklemeye hizmet eder. Çocukların fikir üretme süreçlerine rehber olabilecek durumlar ve yöntemler “bireysel-gelişimsel seyirlerini izleyerek” oluştulur, farklı düşünmeyi destekleyen özgüven, sebaat/kararlılık ve olumlu sosyal davranışlar gibi beceriler ise “sosyal-duygusal beceri eğitimi”yle pekiştirilir.

Çocuğumuza ödevini daha keyifle yaptırmak, kardeş çatışmasını sonlandırmak, mutfakta yeni bir tarif denemek veya iş dünyasında problemleri çözmek için hepimizin yaratıcı olmaya gereksinimi vardır … Hepimizin hayatımızda güzel bir müzik, rahat bir koltuk, kolay anlaşılabilir bir web sayfası veya AR-GE çalışmasından elde edilen olumlu sonuç gibi yaratıcı ürünlere ihtiyacı vardır… Çocukluk döneminde “Farklı düşünme yöntemlerini edinme” hedefiyle yola çıkıldığında sonuçta ortaya çıkan şey pazarlanabilir bir ürün değil, bu ülkenin pırıl pırıl yetişen bir bireyidir. Üretken düşünme yollarını keyifle öğrenerek yetişen bir beynin, yetişkinlik döneminde yeniden programlanması gerekmez. Sonuç olarak, eğitim sisteminden beklenen en yararlı yenileşim; bireyde daha üst düzeyde düşünme becerisini destekleyecek yöntem ve yolların öğretmen-öğrenci ortaklığında keşfedilmesidir. Yarını kurgulamak için erken yaşta bireyin gelişimine yatırım yapmak “en önemli” yenileşimdir.



Ahu ÖZTÜRK
Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Öğrt.
Gelişim Psikolojisi Uzm. Dr.




* Bu makale BUSİAD'dan Bakış dergisinin 118. sayısında yayınlanmıştır.